Tripoliçe Katliamı Nerede Oldu? Tarihin Kanla Yazılmış Sessiz Çığlığı
Bazı hikâyeler vardır ki, anlatıldıkça yürek sızlatır; çünkü sadece geçmişi değil, insanlığın yüzleşmekten kaçındığı gerçekleri de gözler önüne serer. Bugün sana öyle bir hikâye anlatacağım ki, satır aralarında acının, umudun, direncin ve insanoğlunun ne kadar zalimleşebileceğinin izlerini bulacaksın. Bu, Tripoliçe’nin kanla yazılan hikâyesidir…
Bir Zamanlar Mora’da: Fırtına Öncesi Sessizlik
Yıl 1821… Osmanlı İmparatorluğu’nun hâkimiyetinde olan Mora Yarımadası’nda, Tripoliçe adı verilen bir şehir vardı. Bugünkü adıyla Tripoli, Yunanistan’ın Peloponez bölgesinde, dağların arasında stratejik bir noktada konumlanmıştı. Osmanlı için Mora’nın kalbiydi; çünkü yönetim, ticaret ve askeri düzenin merkeziydi. Şehir, Türkler, Arnavutlar, Yahudiler ve Rumların bir arada yaşadığı bir mozaikti. Fakat bu mozaiğin renkleri artık birbirine karışmak üzereydi…
Stratejist Ali ve Empatik Zeynep: Fırtınaya Doğru
Şehrin merkezinde Ali adında genç bir subay vardı. Soğukkanlı, çözüm odaklı ve stratejik zekâsıyla tanınırdı. O, yaklaşan tehlikeyi sezinlemişti. “İsyan yaklaşıyor,” diyordu her defasında. “Şehri savunmalı, halkı korumalıyız.” Yanında eşi Zeynep ise başka bir dünyanın insanı gibiydi. Zeynep’in gözleri, savaş planları arasında kaybolan insan hikâyelerini görüyordu. Komşularını, çocukları, yaşlıları… “Savaş sadece cephede değil Ali,” derdi. “İnsanların kalplerinde de patlar o top sesleri.”
İşte bu iki farklı bakış açısı, Tripoliçe’nin kaderini de özetliyordu: Bir yanda hayatta kalmak için strateji kuranlar, diğer yanda insanlığı kurtarmak için empatiyle hareket edenler…
İsyanın Kıvılcımı ve Tripoliçe’nin Kuşatılması
1821 baharında Yunan bağımsızlık hareketi alevlendiğinde, Mora’da isyan dalga dalga yayılmaya başladı. Tripoliçe, Osmanlı idaresinin kalbi olduğu için ilk hedeflerden biri oldu. Binlerce Rum isyancı, şehri kuşattı. Haftalar süren kuşatma, şehirde yiyecek ve suyun tükenmesine neden oldu. İnsanlar açlıkla, korkuyla ve belirsizlikle mücadele ediyordu.
Ali, surların ardında direnişi örgütlemeye çalışırken, Zeynep çocuklara sığınak buluyor, komşularının yaralarını sarıyordu. Ancak kuşatma uzadıkça umutlar tükendi. Dışarıdan yardım gelmedi ve sonunda Eylül 1821’de Tripoliçe düştü…
Katliam: İnsanlığın Karanlık Sayfalarından Biri
Şehrin düşmesiyle birlikte başlayan olaylar, tarihe “Tripoliçe Katliamı” olarak geçti. İsyancı güçler, teslim olan halkı hedef aldı. Kadın, çocuk, yaşlı demeden binlerce Müslüman Türk, Arnavut ve Yahudi vahşice katledildi. Tahminlere göre 25.000’e yakın sivil, birkaç gün içinde öldürüldü. Evler yağmalandı, camiler yıkıldı, sokaklar kanla doldu.
Ali’nin direnişi anlamını yitirmişti; Zeynep’in empatisi artık bir feryada dönüşmüştü. O an, şehirde ne strateji işe yaradı ne de merhamet… İnsanlık, en karanlık yüzünü göstermişti.
Hafızalarda Kalan Sessiz Bir Feryat
Tripoliçe Katliamı, yalnızca bir şehirde yaşanan trajedi değildi. O, insanlığın bir kere daha kin ve intikamın esiri olduğunun kanıtıydı. Tarih, bu olayı kanla yazdı ama acısı hâlâ silinmedi. Bugün Tripoli adını duyduğumuzda, sadece coğrafi bir yerden değil; binlerce masumun sessiz çığlığından da bahsediyoruz.
Ali ve Zeynep’in hikâyesi ise, her ne kadar kurgu olsa da, gerçeğin ta kendisini anlatır: İnsan, savaşta ya stratejiyle ya da sevgiyle hareket eder ama her iki yolun sonunda da barış, ancak geçmişle yüzleşerek gelir.
Sonuç: Tarihi Unutma, Empatiyi Kaybetme
Tripoliçe katliamı, Mora Yarımadası’nda, bugünkü Yunanistan’ın Tripoli kentinde yaşandı. 1821 yılında gerçekleşen bu trajedi, Osmanlı tebaası binlerce insanın hayatına mal oldu. Olayı anlamak, sadece tarih bilmek değil; aynı hataları tekrarlamamak için insanlığımızı yeniden sorgulamaktır. Bu hikâye bize bir şeyi hatırlatır: Geçmişin karanlığına ışık tutmazsak, geleceğin aydınlığını asla bulamayız.